22 Ekim 2010 Cuma

15. Şua Fatiha 5. Kelime

"Yedinci Kelime: صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ dir. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret:
Evvelâ: عَلَيْهِمْ kimlerdir? diye
مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّاِلحِينَ âyeti beyan ederek, nev'-i beşerde istikamet nimetine mazhar dört taifeyi beyan içinde, o taifelerin reislerine اَلنَّبِيِّينَ ile Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a, وَالصِّدِّيقِينَ ile Ebu Bekir-i Sıddık Radıyallahü Anh'a, وَالشُّهَدَاءِ ile Ömer ve Osman ve Ali Radıyallahü Anhüm'e işaret edip; Peygamber'den (A.S.M.) sonra Sıddık (R.A.), sonra Ömer (R.A.), Osman (R.A.), Ali (R.A.) üçü hem şehid, hem halife olacaklar diye gaybî ihbarla bir lem'a-i i'caz gösterir.
Sâniyen: Nev'-i beşerin en yüksek, en müstakim, en sadık bu dört taifesi; Âdem (A.S.) zamanından beri hadsiz hüccetler, mu'cizeler, kerametler, deliller, keşfiyatlar ile bütün kuvvetleriyle dava edip ve beşerin ekseri onları tasdik ettikleri hakikat-ı tevhid, elbette güneş gibi kat'îdir. Bu hadsiz meşahir-i insaniye, yüzbinler mu'cizelerle ve hadsiz hüccetlerle doğruluklarını ve hakkaniyetlerini gösterip tevhid ve vücub-u vücud ve vahdet-i Hâlık gibi müsbet mes'elelerde ittifakları ve icma'ları öyle bir hüccettir ki; hiçbir şübheyi bırakmaz. Acaba kâinatın ehemmiyetli netice-i hilkatı ve zeminin halifesi ve zîhayatların istidadca en cem'iyetli ve yükseği olan nev'-i beşerin en müstakimleri, en sâdık ve musaddak mürşidleri ve kemalâtta reisleri olan mezkûr o dört taifenin icma' ve ittifakla îman edip haber verdikleri ve kâinatı bütün mevcudatıyla delil gösterip hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn itikad ettikleri ve sarsılmaz kanaat getirdikleri bir hakikatı tanımayan ve inkâr eden, hadsiz bir cinayet ve nihayetsiz bir azaba müstehak olmaz mı?"

aş. çok ilginç. nimet demek ki aynı zamanda azabı da intaç ediyor, mahrumiyet açısından.

İşaretül İcaz'dan:
"

صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ : Kur'anın inci gibi lafızlarının dizilmesi; bir hayta, bir çeşite, bir nakşa münhasır değildir. Belki zuhurca, hafâca, yakınlıkça, uzaklıkça mütefavit çok tenasüblerden hasıl olan pek çok nakışlar üzerine dizilmişlerdir, nazmedilmişlerdir. Zâten i'cazın esası, ihtisardan sonra ancak böyle nakışlardadır. Evet صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ile mâkablindeki herbir kelime arasında bir münasebet vardır. Meselâ: اَلْحَمْدُ لِلّهِ ile münasebeti vardır. Çünkü ni'met, hamde delil ve karinedir."

aş. nimetin neticesinde hamdederiz. sıratel lezine en amte aleyhim, yani onlar nimete ulaşmışlardır ve hamd edenlerdir. nimete ernelr, hamdin allaha ait olduğunu, tüm mevcudatın övgülerinin memnuniyetlerinin hamdi gerektirdiğini anlar. nimet hamdi gerektirdiği için, elhamdülillahla alakalı.

"بِّ الْعَالَمِينَ ile münasebetdardır. Çünkü, terbiyenin kemali, nimetlerin tevali ve teakubu ile olur."

aş. allah bir tohumu terbiye ediyor, onu neticede meyve olarak çıkarıyor. bize en kemalde nimetler ver, anlamına geliyor, bu söz.

" اَلرَّحْمنِ الرَّحِيمِ ile alâkadardır. Çünkü اَلَّذِينَ den irade edilen "enbiya, şüheda, suleha, ulema" rahmettirler."

aş. gerçek rahmet kimlermiş?

bedenimiz için, rahmet olan gıdalardır. ruhumuz için rahmet olan, enbiya, şüheda, suleha ve ulema. manevi insaniyetimizin nimetelri. ruhumuz bunlarla gıdalanıyor.

yani o nimete ulaştırdıklarının, derken neyi kastediyor? bunları.

bizi, onlara verdiğin nimetlere ulaştır, diye dua ediyoruz. "el lezi" onlar ki, kelimesinin içinde, onlarla bağlıyor bu dua.

bütün mevcudatı anlamsızlıktan çıkaran nedir? mesela kainat, başlangıcından şu ana kadar neyi netice vermek için yaratılmış? hayatı. hayatı ortadan çıkarsanız, bu süreçlerin hepsi anlamsız olur. hayat var, bu kadar ziynet var; ama insan yok. bütün bunlar, yine anlamsızlaşacak. onları anlamlandıran, insanın varlığıdır. insan onları görüyor, biliyor. muhammed asm ve süleha olmasa, tüm nimetler zıtlarına inkılab eder. onları abesiyetten kurtaran kimlerdir? bu zatlardır. insanların kamilleri, en mübarekleri, neyi iddia ediyorlar? tevhidi, hikmeti, kainatın bir anlamı olduğunu iddia ediyorlar. dolayısıyla, insanların en üstünlerinin varlığı, bizim açımısdan rahmettir. aslında tüm mevcudata, en büyük nimet muhammed asm'nin varlığıdır.

şeffat ne demektir? hayat tüm mevcudatı anlamlandıran bir şeydi. dolayısıyla, gaye noktasında onlara şefaat ediyor. hayat onların anlamına şahitlik yapıyordu. bu kainatın anlamlı bir mahluk olduğunu da, muhammed asm söylüyor. dolayısıyla onları anlamlandırmak noktasında kim şeffatçi oluyor? muhammed asm.

üstad diyor ya, kainatta güzellik varsa, muahmmed asm nebidir. tüm bu güzellikler, ancak onunla anlam kazanıyor.

yy. adamın birinin çok değerli bir atı varmış. atını çalmışlar. adam üzülüyormuş. "atın çalındığına değil, çalan adam atın kıymetini bilemezse, ata yazık olur, ona üzülüyorum" demiş.

aş. kainat da bu kadar mükemmel ve sanatlı; o sanatkarın sanatını fark edebilecek mutlaka bir muhatabı olması gerekir. o güzelliğin en güzel muhatabı olan, muhammed asm olmalı, diye onun nebiliğine şehadet ediyor.

" مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ile alâkası vardır. Çünkü nimet-i kâmile, ancak dindir."

aş. dinden kasıt, ahiret. nimetler var. bu nimetlerin gerçek lezzet olması için bitmemesi gerekiyor. biteceğini biliyor olmak bile yeterlidir. o zaman o nimetin sonsuz olması gerekiyor. yani ahiret olması gerekiyor.

yy. dalga geçer gibi olur.

aş. onu diyorlar zaten.

" نَعْبُدُ ile alâkası var. Çünkü, ibadette imamlar, bunlardır."

" نَسْتَعِينُ ile var. Çünkü, tevfike ve ianeye mazhar bunlardır."

aş. en çok yardım gören onlardır; çünkü nimetin en çok kadrini bilen onlardır. resulullahın duasında var ya: "sana olan ihtiyacımın çokluğuyla beni zenginleştir." demek ki, o kadar fakir ki, fakirliğinin sonsuz farkında; bu da sonsuz nimete mazhar olmasına neden oluyor.

" اِهْدِنَا ile var. Çünkü, hidayette mukteda-bih onlardır."

aş. hdayete ermek istiyorsanız, kime ittiba edeceğiz? muhammed asm'ye.

" صِرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ile vardır. Çünkü, doğru yol, ancak onların mesleğidir."

aş. kimin yoluna gidelim? peygamberlerin, şehitlerin, ulemaların yoluna bizi ilet.

" "Tarîk" veya "Sebil" kelimelerine "Sırat" kelimesinin tercihi, mesleklerinin etrafı mahdud ve işlek bir cadde olduğuna ve o caddeye girenlerin bir daha çıkmamalarına işarettir."

aş. demek ki, onların yoluna giren bir daha çıkmayacakmış; çok geniş bir cadde çünkü.

aö. dinden çıkanlarla onun alakası var mı?

aş. insanlığını yitirmişler demektir; o kadar geniş bir cadde çünkü.

"Mahud ve mâlûm olan şeylerde kullanılması usûl ittihaz edilen esma-i mevsuleden اَلَّذِينَ tabiri, onların zulümat-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarına işarettir ki; onları taharri ve taleb etmeye ve aramaya lüzum yoktur. Onlar, herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin eden bir ulüvv-ü şâna mâliktirler. ´"

aş. burada muhammed asm'dir. başka bir tarafa gidersen, isa asm'dir. öbür tarafta ibrahim asm'dir.

"Cem' sîgasıyla اَلَّذِينَnin zikri, onlara iktida ve tâbi olmak imkânının mevcudiyetine ve onların mesleklerinde butlan olmadığına işarettir. Çünkü ferdî olmayan bir meslekte tevatür vardır; tevatürde, butlan yoktur."

aş. yani tekil kullanmamış da çoğul kullanmış, niye? yani sen de onlardan olabilirsin.

tevatürde, hepsi aynı doğruya katılıyor.

"Mâzi sîgasıyla اَنْعَمْتَnin zikri; tekrar ni'meti taleb etmeye bir vesile olduğuna ve Allah'a raci olan zamiri de, bir yardımcı ve bir şefaatçı vazifesini gördüğüne işarettir. Yani: "Ey Rabbim! Mademki in'am senin fiilindir ve evvelce de in'amı yapmışsın; istihkakım olmadığı halde in'amı tekrarlamak, senin şe'nindir.""

aş. yani onlara verdiğin gibi, bizlere de ver, manasında.

sen vermekten hoşlanırsın. biz hakettiğimizden dolayı değil, istiyoruz sadece.

"عَلَيْهِمْ deki عَلَى enbiyaya yükletilen risalet ve teklif yükünün pek ağır olduğuna ve sahraları faydalandırmak için yağmur, kar ve fırtınaların şedaidine maruz kalan yüksek dağlar gibi, peygamberlerin de ümmetlerini feyizlendirmek için risalet zahmetlerine maruz kaldıklarına işarettir."

aş. onlara bir vazife yüklenmiş. onlara hidayeti getirsin, nimeti fark ettirme görevi verilmiş.

şu cümle çok ilginç geldi:

"Acaba kâinatın ehemmiyetli netice-i hilkatı ve zeminin halifesi ve zîhayatların istidadca en cem'iyetli ve yükseği olan nev'-i beşerin en müstakimleri, en sâdık ve musaddak mürşidleri ve kemalâtta reisleri olan mezkûr o dört taifenin icma' ve ittifakla îman edip haber verdikleri ve kâinatı bütün mevcudatıyla delil gösterip hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn itikad ettikleri ve sarsılmaz kanaat getirdikleri bir hakikatı tanımayan ve inkâr eden, hadsiz bir cinayet ve nihayetsiz bir azaba müstehak olmaz mı?"

aş. insanın hilkatında sonsuz nimetler var. bu nimetlerin fark edilmesi, neye bağlı? resullerin varlığına. onlar olmasa, ahiret gibi sonsuz hazineler ortaya çıkmayacaktı.

ahiret nimetlerinin de allahın şuunat ve sıfatlarının ortaya çıkması da nebilere bağlıdır. nebilerin varlığı, dolayısıyla kainatın netice-i hilkatidir.

zk. efendimizin sünneti, bu kainattaki varlığın yaratılış manasını anlamaya yönelik bir anahtardır.

aş. onların ne büyük vasıfları, kainatı tüm vasıflarıyla örnek gösteriyor. dawkins, din delile dayanmaz;hatta tam tersine, dini inanç sahipleri, deli göstermemeyi övünç olarak addederler. o yüzden din, insaniyetin kurtulması gereken en büyük şerdir, manasında bir ifade kullanmış.

aslında hakikatte din tam tersidir. din tamamen makul olandır. kainattan delil getirilerek gösterilen inançtır. kendi felsefelerine dair kainatta hiçbir delil yoktur. taşın kütle çekimi yaptığına dair, hiçbir delil yoktur. materyalizm körü körüne bir doğmadır.

yy. dini genellikle insanlar sormadan, araştırmadan kabul ettikleri için; ona istinaden bunu söylemiş belki.

aş. kainatın tüm mevcudatı, allahı anlatıyor. her bir parçası.

"kâinatı bütün mevcudatıyla delil gösterip hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn itikad ettikleri ve sarsılmaz kanaat getirdikleri bir hakikatı tanımayan ve inkâr eden, hadsiz bir cinayet ve nihayetsiz bir azaba müstehak olmaz mı?"

Hiç yorum yok: