5 Kasım 2010 Cuma

Fatiha Suresi İşarat-ül İ'caz

"S- اَنْعَمْتَ fiil, مَغْضُوبِ ism-i mef'ul, ضَالِّينَ ism-i fâil olarak zikirlerinde ve keza üçüncü fırkanın sıfatını ve ikinci fırkanın sıfatına terettüb eden âkıbetini ve birinci fırkanın ünvan-ı sıfatını aynen zikretmekte ne gibi bir hikmet vardır?

C- Ni'met ünvanı, nefsin daima meylettiği bir lezzet olduğundan ihtiyar edilmiştir. Fiil-i mazi olarak zikrindeki sebeb, evvelce beyan edilmiştir. İkinci fırka ise, kuvve-i gadabiyenin galebe ve tecavüzüyle tecavüz ederek ahkâmın terkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir. Yahudilerin temerrüdü gibi. Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür etmez. Kur'an-ı Kerim o zulmün akibeti olan gazab-ı İlahîyi zikretmiştir ki, nefisleri o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin. İstimrar ve devam şe'ninde olan isimlerden ism-i mef'ul olarak zikredilmesi ise, şerr ve isyanların devam edip, tevbe ve afv ile inkıta etmedikleri takdirde kat'ileşeceğine ve silinmez bir damga şekline geçeceğine işarettir. Üçüncü fırka ise, vehim ve heva-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle, bâtıl bir itikada tâbi' olarak nifaka düşen bir kısım nasara'dır. Dalâlet, nefisleri tenfir ve ruhları inciten bir elem olduğundan; Kur'an-ı Kerim o fırkayı aynı o sıfatla zikretmiştir. Ve ism-i fâil olarak zikrindeki sebeb ise; dalâletin dalâlet olması, devam etmesine mütevakkıf olup, inkıtaa uğradığı zaman afva dâhil olacağına işarettir."

...

mk. hapishanedeki insanlar yaptıkları zorbalıklardan pek çoğu pişman olmaz. yaptıklarının bir şeref koruma olarak görürler. çok az kişi, kendisine yapılan o haksızlıklardan dolayı, gadap duygusuyla, namusunu şerefini temizlemenin hata olduğunu görmüyor. o şeref duygusundan dolayı, bir lezzet alıyor ve kötülük duygusunu tam anlayamıyor. cenab-ı hak da senin gadabından daha büyük benim gadabım vardır diye insanlara hatırlatıyor. kendi gadabıyla, insanların gadabını durduruyor.

yahudiler genellikle aşırı milletlerden birisidir. vur deyince, öldürür özelliğini ifade ettiğini tahmin ediyorum.

hş. nefsin hayırlı şeyleri sevmemesi. çocuk mesela, her şeyi sevebilir. nefis de öyledir.

mk. bütün mafya, biz adalet dağıtıyoruz diyor. hiçbiri biz zulüm yapıyoruz demez.

hş. mağdubi, edilgen bir fiil. dallin ise işi bizzat yapan, etken fiil. burada oraya işaret var. yahudilikle cebriye mezhebi biraz paralel seyreder. cebriye mezhebi nasıl çıktı? emeviler çok güçlenip zulm yapmaya başladığı zaman, şunu söylediler: siz böyle hatalar yaptığınız için allah size böyle zorba yöneticiler verdi.

aş. üstad bunu bir yerde şöyle izah ediyor:

kainatta fıtrat kaknunları var. bu sünnetullaha uymazsa insan, onun cezasını çeker. yani gadaba uğrar. yani fıtrat o tavrı reddeder. bu reddetme olayı, adeta meleklerin ve kainatın gadabına maruz kalmasıdır.

insanların gazaba maruz kalmalarının nedeni, fıtrata muhalif hareket etmeleridir.

yahudiler sürekli ezilmiş bir kavim. firavun karşısında esaret halinde yaşamışlar. musa as.'a tabi olduktan sonra bile sürekli temerrüd ediyorlar. musa as gider gitmez, hemen puta tapmaya başlıyorlar. temerrüd, yani sürekli emirlere karşı, ezilmişlikten kaynaklanan bir durumla, esbaptan bir put arıyorlar. mısır'da sanemperestlik ruhlarına işlemiş. fakat buradaki kuvve-i gadabiyeyle ilişkisini tam kuramadım.

x.

mk. pratik hayatımızla ilgili ne diyor? bir konuda haklı olabiliriz. haklı olduk diye, daha büyük bir zulme girmememiz gerekiyor.

aş.

üstad hayali bir yolculuğa çıkıyor. üç tarzda yolculuk yapıyor. dünyanın bu tarafından öbür tarafına geçecek. birinci yolda, dünyanın içinden kuyu kazarak, arka tarafa geçmeye çalışıyor. ikinci yol, dünyanın üzerinde yüzeyden yol almak. sis bulut arasından geçmek. üçüncü yol ise: asansörle yukarı çıkmak, sonra dünya dönünce, yeniden aşağı inmek.

mağdubiyi tarif ederken, birinci yola benzetiyor. dallin, ikinci yol. enamte aleyhim de, asansöre binenler.

esbabperestler, meful durumunda. lezzetin kaynağını esbaba veriyor. lezzet gidince azap çekiyor. zulümde niye nefsani bir lezzet var? hakkı ben yerine getirdim diyerek, kendine kudret veriyor. esbabperest nazar, lezzeti esbabtan bildiği için, esbabın yitirilmesi neticesinde azap çekiyor. zaten cehennem azaplarından en önemlilerinden birisi odur. susuzluğu, su giderir diye biliyorsun. bu zannınla yaşayacaksın. su sana gelecek, ama sususzluğun geçmeyecek. yanacaksın. tesiri olmayan esbaba tesir verdiğimiz için, zannımızın karşılığını yaşıyoruz.

yahudiler de kendilerine pay veriyorlar. biz allahın seçilmiş kullarıyız diyorlar. ben yapıyorum diyerek, enaniyetten zevk alıyorlar. bu tavırlarının karşılığında ceza çekiyorlar.

mk. futbolcu ofsayta düştüğnü fark etmez. gadap duygusunda da insan ofsyata düşüyor. ondaki zulümü, zulüm olarak göremiyor.

onun için, peygamber efendimiz ne demiş? 3 gün müslüman müslümana küs kalmayacak. haklı bile olsanız, affetmelisiniz. çok haklı olduğunuz halde, insaflı davranın, siz de yarın onun konumuna düşebilirsiniz.

bizse, bir noktada haklıyız diye, karşımızdakine hayat hakkı tanımaz hale geliyoruz.

hş. bir surede, cenabı hak şöyle diyor: biz onlara hiçbir şeyi yasak kılmamıştık; onlar kendilerine haram kıldılar.

bakınız, zalim, zorba insanlar bir şeyleri yasaklamayı çok severler.

aş. her mafya suçlusu, ben adaleti sağlamak için yapıyorum diyor. ama sen adaleti sağlayacak merci değilsin.

mk. eskiden aksarayda inci baba vardı. herkes bundan korkardı. içimden derdim, bu mafyayla kimse başedemez. sonra ne oldu? inci baba ankaradan gelirken, yeğeniyle koruması kavga ediyor. inci baba, onları ayırayım derken, kaza kurşunuyla ölüyor.

yani cenabı hakkın bir gadabı var. inci baba dediğin pavyonlardan yankesicilik yapan bir eşkıya. demek istediğim: fazla gadab etmeyelim, gerçek bir gadab sahibi var.

aş. bir insan kibirlenince, herkes ondan rahatsız oluyor. herkesin ona karşı bir tavır takınması, gadab-ı ilahiyenin ir tezahürüdür.

nefsani lezzette öyle bir özellik var ki, sürekli devam ederse, katılaşır ve silinmez hale gelir.

"İstimrar ve devam şe'ninde olan isimlerden ism-i mef'ul olarak zikredilmesi ise, şerr ve isyanların devam edip, tevbe ve afv ile inkıta etmedikleri takdirde kat'ileşeceğine ve silinmez bir damga şekline geçeceğine işarettir. "

mk. yani, cenabı hakkın gadap göstermesi de nimetlerinden bir tanesi. böylece bizi gadabından kurtarıyor. aynı şekilde, diğer gadablılara da gaap etmeyip, allahın gadabına sığınmamızı sağlıyor.

hş. gadap her yerde var. esbab dairesinde bile, hikmete uymazsan, bir gadap görüyorsun. bunlar da yine allahın rahmetinden ve gadabından.

hk. beşer zulmeder, ama kader adalet eder. insanların maruz kaldıkları gadapları, hep adalete bağladık; ancak insanların yaptığı gadabta zulüm tarafı da vardır.

hş. gadap gördüğümüz zaman, biz niye gadap görüyoruz diye sormamız lazım.

hk. gadabı ilahiye bu iki eksende düşünülmeli. beşer zulmeder; ama kader adalet eder. üstad mesela ihanetlere hiç tahammül etmez. çok sinirlenir dahi. hakimin sert konuşması bile üstadı çok rahatsız eder. demez ki, hakimdeki gadap allahtan gelir, hak ediyorsun. cümlelerimiz enfusi olsun, bu bana hak oldu diyebilirsin; ama başkasının yapması açısından hak değil.

bu karşıdaki insanı masum yapmaz.

aş. gadaba uğratan kaderdir. ben kibirlendiğim zaman, birileri bana soğuk davranırsa, bu allahın adaletinin bir tezahürüdür.

hk. bu dört ayağın bir tanesidir. sen gadaba uğradığın zaman, bu cümleyi kurabilirsin. ama başkası uğradığı zaman, bunu söyleyemezsin.

hş. senin çocuğun sana kötü davranıyorsa, sen bunu bir yerde hak etmişsindir de başına geliyordur.

mk. burada konunun özü kaçtı. hiç tepki vermeyeceğiz diye bir şey yok. eğer doğru tepkileri verirsek, büyük bir gadab yapmayız. ufak ufak depremler olursa, korkmayın derler. bu büyük depremlere mani olur.

dolayısıyla allahın gadabına uğramayalım diye, kedi gibi olacağız diye bir şey yok. gadabımızı göstermek de sevginin bir tezahürüdür.

"Üçüncü fırka ise, vehim ve heva-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle, bâtıl bir itikada tâbi' olarak nifaka düşen bir kısım nasara'dır. Dalâlet, nefisleri tenfir ve ruhları inciten bir elem olduğundan; Kur'an-ı Kerim o fırkayı aynı o sıfatla zikretmiştir. Ve ism-i fâil olarak zikrindeki sebeb ise; dalâletin dalâlet olması, devam etmesine mütevakkıf olup, inkıtaa uğradığı zaman afva dâhil olacağına işarettir.



Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise; bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar gibi hastalıklar, elemler, belalar hücum etmeye başlarlar. Bir meded, bir yardım için müsterhimane tabiata ve anasıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır. Ecram-ı semaviyeden istimdad etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hacetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki: Vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir. Acaba hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni' ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?

Evet o bîçare havf ve heybetten, acz ve ra'şetten, vahşet ve gönül darlığından, yetimlikle me'yusiyetten mürekkeb bir vaziyet içinde olup kudretine bakar, kudreti âciz ve nâkıs.. hâcetlerine bakar, def'edilecek bir durumda değildir. Çağırıp yardım istese, yardımına gelen yok. Herşeyi düşman, herşeyi garib görür. Dünyaya geldiğine bin defa nedamet eder, lanet okur. Fakat o şahsın sırat-ı müstakime girmekle kalbi ve ruhu nur-u imanla ışıklanırsa, o zulmetli evvelki vaziyeti nuranî bir hâlete inkılâb eder. Şöyle ki:

O şahıs, hücum eden belaları, musibetleri gördüğü zaman, Cenab-ı Hakk'a istinad eder, müsterih olur. Yine o şahıs, ebede kadar uzanıp giden emellerini, istidatlarını düşündüğü zaman, saadet-i ebediyeyi tasavvur eder. O saadet-i ebediyenin mâ-ül hayatından bir yudum içer, kalbindeki emellerini teskin eder. Yine o şahıs, başını kaldırıp semaya ve etrafa bakar; herşeyle ünsiyet peyda eder. Yine o şahıs, semadaki ecrama bakar; hareketlerinden dehşet değil, ünsiyet ve emniyet peyda



sh: » (İ: 29)

eder.. ve onların o hareketlerini, ibret ve hayretle tefekkür eder. Yine o şahıs, ecram-ı ulviye ile öyle bir kesb-i muarefe eder ki, hangi bir cirme bakarsa baksın, o cirmlerden: "Ey arkadaş! Bizden tevahhuş etme! Hareketlerimizden korkma! Hepimiz bir Hâlıkın memurlarıyız" diye, me'nus ve emniyet verici sesleri kalben işitmeye başlar.

Hülâsa: O şahıs, evvelki vaziyetinde, vicdanındaki o dehşetli ve vahşetli ve korkunç âlâm-ı şedideden kurtulmak için teselliler ile hissini ibtal ve sarhoşlukla o halleri unutmak ister. İkinci haletinde ise, ruhunda yüksek lezzetleri ve saadetleri hisseder; kalbini ikaz, vicdanını tahrik edip ruhunu ihsas ettikçe, o saadetler ziyadeleşir ve ona manevî Cennetlerin kapıları açılır.

اَللّهُمَّ بِحُرْمَةِ هَذِهِ السُّورَةِ اجْعَلْنَا مِنْ اَصْحَابِ الصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ آمِينَ
"

Hiç yorum yok: